single image
14-04-2023
Gökçe ALAÇLI

Yaralı Bir Ceylan Mim Kemal Öke

Sizin için değişik bir röportaj yapmak istedik bu sayımızda. Dergimizin sağlık köşesinde yazılarıyla bizi bilgilendiren sevgili Beslenme ve Diyet Uzmanımız Hülya Hanım’ın evine konuk olduk. Hülya Hanım sevgili kayınpederi Prof. Mim Kemal Öke ile sımsıcak bir röportaj yapmak için bize evinin kapılarını açtı.

Kendisini uzun yıllar ekranlardan takip ettiğimiz Mim Kemal Öke, bilim adamı kimliği ile başarılı bir akademik kariyere sahip. Atatürk’ün hem dostu hem de doktoru olan Mim Kemal Öke’nin torunu. Saygın bir aileden gelmenin yüklediği sorumluluk ve idealist yapısıyla Türkiye’nin en genç profesörü olan kişi. Uzun yıllar dış politika ve Birleşmiş Milletler danışmanlığı yaptı . ‘’ Ben 68 kuşağıyım, siyaset doluyum ‘ demesine rağmen siyasete girmedi ve akademik kariyer yapma yolunu tercih etti.

Kemal Bey için tüm bunları saymak ne kadar gurur verici olsa da asıl ona olan saygımızı perçinleyen tüm kariyerini Down Sendromlu kızı Nazlı için ikinci plana atması ve babalık mesleğini seçmesi oldu. Baba doğulmaz, olunur sözüne verilebilecek en nadir örneklerden birisi Mim Kelam Öke ile birlikteyiz.

AŞK’a açılan yol nasıl başladı?

Birincisi belki mizacım itibariyle hep duygusal bir insandım. Romantik ve idealisttim. Bunların hepsi bende zaten çocukluğumdan beri bir paket olarak vardı. Ama aşkın hasına ve ilahîsine ulaşmak tasavvuf ile başladı. Tasavvufi felsefe ile ilgilenmem ve onun akabinde de bu yolu bana gösterecek o bilge insanla Nazlı’nın doğumundan sonra tanışmam oldu.

Son kitabınız Yaralı Ceylanlar Kulübü sizin için ne ifade ediyor?

Tasavvufla ilgili başka kitaplarım da var ama bu kitap benim kimliğimi daha çok ortaya koyan bir kitap oldu.

Bu kitabın yazılmasını etkilen olay nedir?

Nazlı’nın doğumudur. Uçurumdan düştüğünüz an. Kendi cehenneminizi gördüğünüz ama aslında öyle olmadığını anladığınız an.

Peki, tasavvuf felsefesi ile sizi buluşturan nedir? 

Hep yabancıların egemen olduğu okullarda eğitim gördüm. Bunlardan bir tanesi Robert Koleji, ne de olsa bir Amerikan misyoner okulu olarak kurulmuş daha sonra sekülerleşen bir kurum. Ardından İngiltere’ye giderek oranın en köklü üniversitelerinin başında gelen Cambridge Üniversitesi’ne girmem. Cambridge’de her kolejin kendisine özgü bir şapeli vardı. Özellikle ilahiyat fakültesi itibari ile de son derece güçlü olan bir kurumdur. Bir papazın öğrencilere verilen bir çayda yanıma gelip ‘’sizi kilisede hiç görmedim ‘’ demesi manevi köklerimi hatırlamama yardımcı oldu. Hatırlattı hatırlatmasına ama sonra papaz bunun daha da üzerine gitti. İki hafta sonra beni yanına çağırdı ve ‘’ Burası İngiltere’dir, din ve vicdan hürriyeti vardır, ibadet edebilmeniz için size bir oda tahsis edilmesine karar verdik, ‘ Deliliğe Övgü’ kitabının yazarı Erasmus‘un odasını mescit yapmanız için size vermek istiyoruz ‘’ dedi. İyi de ben o zaman namaz kılmayı öğrenmeliyim dedim kendi kendime . Peki, imam kim olacak dedim ,‘’ Siz olacaksınız ‘’ dedi papaz…

Hal böyle olunca, oturup çalışmaya karar verdim. Üniversite kütüphanesine gittim tabii. Şarkiyat Fakültesi Cambridge‘in çok önde olan bir fakültesidir ve kütüphanesinin çok önemli bir bölümü İslam ve İslam eserlerine ayrılmıştır. Buradan edindiğim kaynaklar ile kendimi geliştirdim. Gece gündüz çalıştım. 

SPOT: İlk kıldığım namaz imam olarak kıldığım namazdır. 

Çok ilginçtir, ilk kıldığım namaz imam olarak kıldığım namazdır. Hayatımdaki bu gelişme benim kişisel arayışım açısından da çok yerini buldu. Din her şeyin ötesinde insana kişilik kazandırır, kimliğini kazandırır, tabii doğru alınırsa. Diyebilirim ki ben İngiltere’de öğrendim İslamiyet’i. 

Daha sonra Cambridge’de mescit açıldığını duydular, diğer kolejlerden gelmeye başladılar. Pakistanlılar, Senegalliler vs. Duyuldukça beni Protestan kiliselerinde, Katolik katedralinde, sinagogda konferanslara çağırdılar.

SPOT: Cambridge Üniversitesi Türk Derneği’ni kurdum.

Baktım mescit verdiler, bu arada işimizi yapıyoruz ama ben Türkiye’yi de tanıtmak istiyorum.1974’te bu düşünce ile Cambridge Üniversitesi Türk Derneği’ni kurdum.

Öke soyadını taşımak size nasıl bir sorumluluk verdi? Ağır geldiği zamanlar oldu mu?

Hiç fark etmedim diyebilirim. Hayatın öbür tarafını görmedim ve öykünmedim. Çok disiplinli bir yaşamım oldu, Kırımlı bir dadım vardı. Odamın dışına çıkmazdım. Meselâ ben hiç top oynamadım, bisiklete binmedim ama eksikliğini de duymadım. Sen Mim Kemal’in torunusun, bazı şeyler olmaz dedikleri bir ortamda büyüdüm. Ama yine de kendi istediğimi yaptım, tarihçi olmak istiyordum.

Diğer taraftan dedemin siyası tercihleri ve dünya bakışı açısından ismi dolayısıyla benim çok yıpranmama neden oldu. Dedem Mim Kemal Öke masondu. Ancak masonluk kalıtımsal değildir  ve ben mason değilim. Neden diyecek olursanız sebebi gayet basit, ne yaparsam sebebini bu camiaya mal edeceklerdi. Özgürlüğüme düşkün biri olarak kendi liyakatimle başarı elde etmek istedim.

Ancak dedemle bir ortak yönüm var; ben kimim, neyim, nereye gidiyorum? Bir arayış içinde miyim? Manevi bir boşluk içinde miyim? Varsa bunu nasıl doldurabilirim? Özellikle felsefi boyutta cereyan eden bir arayıştır bu. Dedem metafiziksel mistik deneyimini masonlukta yaşamış, ben tasavvufta yaşıyorum.

Benim için Öke soyadında olmanın en değerli öğelerinden biri dedenizin Atatürk ile olan dostluğu. Neler söylemek istersiniz?

Mustafa Kemal Atatürk hepimizin olduğu gibi bizim ailemizin de taşıdığı bir miras oldu. Dedem Atatürk’ün hem doktoru hem arkadaşıydı. O kadar yakın olmalarına rağmen dedem Atatürk hakkında çok az konuşmuştur, hatıralarında kendisinden bahsetmiş ama daha sonra tümünü yaktırmış. Sebebi de dedem hekim ve hastası hakkında herhangi bir bilgi vermek istememiştir. 1911’de Derne’de, Trablusgarp’ta İtalyanlar ’a karşı gönüllü olarak savaşırken ikisi de yüzbaşı. Trablusgarp’ta başlayan dostluk Atatürk gözünü kapatıncaya kadar sürüyor. Atatürk’ün girmiş olduğu bütün savaşlarda Mim Kemal yanındadır. Atatürk’ün en fazla itimat ettiği hekim o olmuştur ve bunu da her fırsatta dile getirmiştir. Gözüne şarapnel parçası geldiğinde ilk pansumanı yapması, Sakarya Meydan Muhaberesi sırasında attan düşerek kaburgalarını kırması ve Mim Kemal’in onu ayağa kaldırması. Ve tabii ki son dönemlerinde hep yanında olması.

Siyaseten uzak kalmanızın nedeni nedir?

Aslında ben siyasetten uzak kalmadım, siyaset hep bana doğru geldi. Hiç beklemediğim bir şekilde üniversitede öğretim üyesiydim bir anda kendimi televizyonda buldum, gazeteye yazı yazmaya başladım. Daha sonra Özal’ın dış politika danışmanı oldum. İlerleyen vakitte Demirel’in ve son dönemlerinde Ecevit’in dış politikada danışmanlığını yaptım. Ama hep danışman olarak kaldım, özellikle de siyasetin içine girmedim.

Peki, neden siyasete girmediniz?

Öncelikle siyasete girmek için bir partiden girmeniz gerekli ama benim siyasal bakışım çok kucaklayıcı, fikirlerimi bir yöne kompres edemedim. Ben 68 kuşağıyım dolayısı ile siyaset doluyum, idealistim. Bu yüzden uluslararası ilişkiler ve dış politika okudum. Bunun için Birleşmiş Milletler ile çalıştım ama bu da yetmedi bana, bırakıp akademisyen oldum.  

İyiye doğru değişim isteyen insanların birinci aşamada üzerinde durdukları ‘ bu düzen değişmeli’ dir. Herkes sistemi değiştirmeye yönelir. Sistem değişirse her şey değişir. Son on yılıma kadar bu düşünceye sahiptim ve bu yüzden danışmanlık yaptım. Ama daha iyi bir dünya için istediğin sistemi getir, insan bu zemine uygun değilse düzelmez. Dolayısıyla sistem değil, insandır. Demokrasiden önce demokrat yetiştirmek, etik insan yetiştirmek gereklidir.

Kemal Bey, samimi yanıtlarınız ve sizi tanıma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederiz.

Hülya Hanım, güzel sorularınız ve misafirperverliğiz için size de çok teşekkür ederiz.

 

Benzer Yazılar

TÜMÜ
back to top