Herşeyden Önce Hava Vardı
Bundan üç yıl önceydi. Bir havalimanında Buket Uzuner’i aramış söyleş...
Devamını OkuKimden bahsettiğimi eminim hemen anlamışsınızdır...
“Hastasıyım!” lafıyla neredeyse özdeşleşti Ayhan Sicimoğlu.
O, bir rehber olmanın çok ötesinde. Gittiği yerleri anlatırken kendi renkli kişiliğini katan, yerel lezzetlerin peşine düşen, kimi zaman mutfağa dalıp yemek de yapan bir gezgin. Onu kimi zaman Yeni Zelanda yerlileri gibi dövme yaptırırken, kimi zaman Maldivler ’de dalış yaparken, Yunanistan’da bin yıllık bir zeytin ağacıyla konuşurken ya da Kolombiya’nın karanlık dehlizlerinde görüyoruz. Dünya’da gezmediği yer kalmadı.
Sicimoğlu, şimdi bu yaptığı gezileri bir kitapta topladı. ‘Hastasıyım’ adıyla piyasaya çıkan kitapta Sicimoğlu’nun gittiği 25 farklı yerin hikâyesi yer alıyor.
Sicimoğlu ile yeni kitabı vesilesiyle buluşacaktık. Birkaç hafta boyunca onu yakalamaya çalıştım, olmadı. Sonunda bir gece yarısı Fransa’da yakaladım kendisini. Tabii ki Birleşim Dergi okurlarının yılbaşı sayısı için. Kendisi her daim seyahatte olduğu için uzun bir telefon görüşmesi yaptık. Uzun uzun hem yazarlık hem de müzisyenlik hayatını konuştuk. Biraz da geçmişten dem vurduk...
‘Hastasıyım’dan önce de sanırım bir kitabınız var. ‘Renkli Hayatlar’. Yine gezilerinize ait bir kitap mıydı? Biraz onu anlatabilir misiniz?
Hayır. Hayaller var, başıma gelen anılar var bu kitapta. Olacakmış gibi şeyler var biraz da. Çok değişik bir kitaptı. Her daldan var yani. 4 yıl oldu çıkalı. Mutlaka bulup okuyunuz onu da. Dört yılın ardından çıkan ikinci kitabım bu.
Biraz ‘Hastasıyım’ kitabınızı anlatabilir misiniz?
Bu kitap aslında benim fikrim değildi. Teklif Hürriyet Seyahat’ten geldi. Bu kitapta Hürriyet’te yazdığım yazılarım var. Aslında çok yazı var ancak bu kadarını seçtik, şimdilik...
Yani kitabın devamı gelecek mi?
Evet. Bir ‘Hastasıyım’ serisi olacak. Bu kitapta dünyadan 25 farklı yer var. Sonraki kitapta İtalya olacak. Belki daha sonra Yunan adaları olabilir.
Çok seviliyorsunuz. Sizce bunun bir nedeni var mı?
Doğal olmamdan bence, kendimi zorlamadan konuşuyorum. Arkadaşlarımla konuşur gibi konuşuyorum. Yolda beni çeviriyorlar, “Sizi dinlerken bir arkadaşımla sohbet ediyor gibi oluyorum” diyorlar. Kitleye değil de daha çok bireye konuşur gibi konuşuyorum. Sanırım bundan dolayı beni seviyorlar. Kendimi zorlamıyorum bir şey yaparken.
Şu anda neredesiniz, neler yapıyorsunuz?
Fransa’nın Bask Bölgesi’nde Biarritz kasabasındayım. İspanya’nın Bask Bölgesi’ne geçeceğim. San Sebastian’a gidiyoruz. Bir ekiple televizyon programı çekimindeyiz.
Peki, sizdeki bu seyahat tutkusu nasıl başladı? Doğuştan mı, sonradan mı?
Doğuştan gelen bir tutku. Merakla alakalı bir şey. Meraklı insan seyahat eder. Türkiye’deki problem de bu bence, fazla meraklı değil insanlar.
Gezi programları, yazıları nasıl başladı?
İşte o çok tesadüf oldu. 15 yıl önce müzik için Küba’ya gidiyorduk. Pat diye beni Cüneyt Özdemir aradı. “Biz de gelebilir miyiz?” dedi. Ben Amerika’da bir süre yaşadım. Orada davul okulum vardı. 1990’ların ortası. Workshop’lar yapıyorduk. Okuldaki öğrencilere “Küba’ya götüreyim sizi” dedim. 17 kişiyi Küba’ya götüreceğim Cüneyt Özdemir bunu duymuş, gelmek istedi. “Serdar Akinan da gelmek istiyor ama davulcu değiliz biz” dediler. Birer kamera verdik onlara. İşe gittik. Hem gezme hem de iş oldu. Tüm olayı kameraya çektiler. Cüneyt Özdemir Türkiye’ye döndü. Beni aradı, “İçeride montaj yaparken çocuklar sürekli gülüyorlar” dedi. Öğle yemeğine çıkmayıp bunu monte ediyorlarmış. Sonra CNN Türk’e götürdüler çekimi. 5N1K’ya... Sponsor buldular. 1990’ların ortasında Cüneyt Özdemir ve Serdar Akinan’la başladı gezi programım... Onlar beni bu işe iten adamlardır.
Profesyonel hayatınızda şu anda televizyonculuk mu yoksa müzisyenlik mi var?
Profesyonel hayatım hep müzikti. İkisinin birden ‘Hastasıyım’. İkisini birden yapmaktan çok zevk alıyorum. Pinpon topu gibi... Yorucu ama çok zevkli. Örneğin İspanyol Bask bölgesini görmüştüm ancak Fransız Bask bölgesini ilk kez gördüm. Çok farklı. Turist olarak gelecektim yoksa.
Turist olarak gezmemenin zorlukları neler?
İş yaptığın zaman lokantaya gidip yemek yiyemiyorsun sadece. Bir de lokantaya aşçı olarak gidip işin bilimsel yönünü sorgulamak var. Profesyonel ralli şoförü olsam aracın tüm teknik detaylarına bakarım. Şimdi ise ‘kamerayı nereye koyayım, ışığı nereye koyayım, açıyı nasıl ayarlayayım’ gibi sorunlarım oluyor.
Güzellikleri kimi zaman atladığınız oluyordur...
Maalesef oluyor. “Ne güzelmiş burası” dediğim zamanlar oluyor.
Türk insanı seyahat ediyor mu?
Başladılar. Çok tuhaf bir şekilde. Çok aç kalmışlar. Abur cubur yiyorlar şu anda.
Seyahat etmek isteyenlere tavsiyeleriniz neler?
İlk yapmaları gereken şey kitle turlarından kaçmaları. Örneğin Türkiye’ye gelen turistler bizi farklı sanıyor. Hamama gidiyorlar. Biz gitmiyoruz mesela. Richard Quest geldi. İngiliz gazeteci, CNN International’da eski bir finans muhabiriydi. World of Wonders adında bir programı var. İstanbul’u tanıtmak için ilk kez geldi ülkemize. Dünyayı bilen bir Türk’le tanışmak istemiş. Lisanı çok iyi olsun demiş. Herkes beni söylemiş. Menajeri beni buldu. Önce korkup kabul etmedim. Ne çekeceği belli olmuyor. Bazen hoşumuza gitmeyen şeyler çekebiliyorlar. Richard Quest de bunu şart koşmadım. Adam da demiş ki “Erkek berberinde tanışalım.” Bir berberde buluştuk. Orada tanıştık. Sıcak havlular, kompresler, usturalar... Kulaktaki kıllar pamukla yakıldı. Bildiğimiz eski berberlerden... “Her hafta buraya mı geliyorsun?” dedi. “İlk defa geldim” dedim. İşte böyle biliyorlar bizi aslında... Bu 15 gün önce oldu. Bir ay sonra CNN International’da yayımlanacak. Bu tür konularda Türkiye için de ilk akla gelen isimlerden biriyim. Bir seferinde de BBC Londra’dan aradılar. Röportaj yaptılar benimle...”
Sıradaki projeleriniz neler?
Önce bir müzik albümü var. Aslında pek albüm denemez. 2-3 parçalı bir çalışma olacak. İlk projem bu. Sonra yeni bir kitap daha yayımlayacağız. İtalya ile ilgili olacak. Seyahat kitabı... Küba’ya müzik konserine gidecektim. Aslında Küba’da önemli bir müzik festivali var. Davet edildik. Ancak para bulamadık gitmek için. Bizden kaynaklandı yani. Küba’da bir konser vermek benim hayalim. 11 kişiyiz. İki de kameraman toplam 13 kişi. Tabi maliyetli bir iş. Gelecek seneye inşallah yaparız.
Bir zamanlar MFÖ sizin için ‘Peki Peki Anladık, Sen neymişsin be abi’ şarkısını yazdı. Kızdınız mı bu şarkı için, o hikâyeyi biraz anlatabilir misiniz?
Biraz bana kızdılar. İçinde kinaye var tabi. Ama hiç kızmadım. Kızmadım ama onore de olmadım.
Sizden böyle bir şarkı için izin isteselerdi verir miydiniz?
Onay verir miydim bilmiyorum.
Kızınız da sizin gibi müzikle uğraşıyor, şarkı söylüyor. Onu daha sık televizyonlarda görecek miyiz, ne dersiniz?
Kızımı televizyon kanallarında görebileceğinizi pek düşünmüyorum. Bunun için biraz Televole olması gerekiyor. Müzik kapasitesi bence çok iyi. Paris Konservatuarı’ndaki hocaları bana, kızınız ‘’ Ilık Akdeniz sesine sahip’’ dediler. Etnik nüansları olan ‘Ilık Akdeniz sesi’ diye bir söylem var opera dünyasında. Leyla Gencer’de olan ses gibi. Uluslararası bir marka olmadı henüz kızım. Karakteri değişik. Ben çok beğeniyorum ama o kendini pek beğenmiyor.
Zeytinyağı ile uğraşmaya başladınız, hatta kendi markanızla zeytinyağı üretiyorsunuz. Amacınız para kazanmak mı?
Zeytinyağı benim için ticari bir iş değil. Nasıl başladığımı anlatayım. Çok sevdiğim bir iş bu. Çünkü zeytinyağı dünyanın ilk yiyeceklerinden birisi. Antik Grek’ten bu yana süregelmiş. M.Ö. 3 bin yıllarına kadar gidiyor. Kutsal da bir ürün. Deriye, yaraya, mideye iyi geliyor. Sihirli bir ilaç gibi. Üstün bir güç zeytinyağı.
Bir röportajda beni bir yere çağırdılar. Bir bilim insanına rastladım. Zeytinyağı yarışmasında üstün başarılar almış biri. Yunanistan 33 altın madalya almış. Türkiye’nin tek bir gümüş madalyası var. Tek bir Yunan firması üç altın madalya birden almış. Bizim için işin kötü tarafı altın madalya alan firmaların biri, aldığı ödülü ‘Ayvali’ adındaki bir zeytin ağacı türünden elde ettiği zeytinyağından alıyor. Yani Ayvalık. Yani Yunanistanlı Ayvalık yağı ile altın madalya alıyor.
O bilim insanı bana şunu anlattı: “Zeytinyağı benim için bir hayat tarzı. Ticaret değil. ‘’
Zeytinyağının benim için de hayat tarzı olmasını istiyorum. İyisini yaptığımı düşünüyorum.
Türkler zeytinyağını iyi yapamazlar. Bunu şunun için söylüyorum: 1 kg zeytinyağında 12 kilo zeytin var. Her kiloda 69 TL’lik zeytin var. Yapamazlar dediğim fiyat olarak yapamazlar. Zeytin olarak yemeyi tercih ediyoruz biz. Ayvalık’ta bir kalibrasyon aleti var. Tek tek en iyi zeytinleri seçiyor. Bu en iyiler 1 numaralı sandığa düşüyor. Kahvaltıda yabancılar zeytin yeneceğini bilmez. Böyle olunca dünyada en çok zeytin üreten ülkeyiz ama zeytinyağında dördüncü ya da beşinciyiz.
Sosyal sorumluluk projeleriniz de var. Biraz onlardan bahsedebilir misiniz?
Bir filmde oynamamı istediler. Para istemedim. Perge’deki harabelere mermer sütun dikin benim yerime dedim... ‘’Ayhan Sicimoğlu tarafından dikilmiştir” yazıldı altına.
Kitabımın gelirinin bir kısmı TEGV’e (Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı) gidecek. Zeytinyağının gelirinin bir kısmı da yine TEGV’e gidiyor. Kitaplarımı sağa sola yolluyorum. Doğu’ya okullara yolladım bir kısmını. Daha önceden ise Amerika’da yaşarken bir hastanenin 40 adet diyaliz makinesini, yenileri geldiği için çöpe atıyorlardı. Türkiye’de de o dönem diyaliz makineleri kullanılıyordu. Amerika’daki eski makineleri New Jersey’de ambalajlattım. Bir gemi buldum. Gemiyle Türkiye’ye götürdüm. 30 sene önceydi bu tabii.
Amerika’da koca bir kütüphane arkeoloji ile ilgili kitaplarını veriyordu. Bu kullanılmış kitapları kutulara koydurdum New York’ta, uçağa bindirdim ve Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne koydurdum.”
Bunları diyebilirim size.
Birleşim Dergi adına size çok teşekkür ediyoruz, bizi kırmadınız ve bu röportaj fırsatı yarattınız.
Rica ederim, okurlarımızın keyifle okumalarını dilerim.
Bundan üç yıl önceydi. Bir havalimanında Buket Uzuner’i aramış söyleş...
Devamını OkuO yaşayan bir tarih. Tarihçi değil, tarihin kendisi. Üstelik sadece Türkiye&rsqu...
Devamını OkuSizin dioramalarınızdaki dünya kurgusu nedir? Nasıl bir dünyayı anlatıyorsunuz?
...
Devamını Oku