single image
23-03-2016
Emre CANER

Yakın Tarihimizde İz Bırakan Gemiler

Mustafa Kemal Paşa’yı kurtuluş mücadelesine taşıyan Samsun Vapuru ya da Çanakkale Deniz Savaşları’nın kaderini değiştiren Nusret Mayın Gemisi yakın tarihimize isimlerini kalıcı bir şekilde yazdırmışlardır. Ama denizcilik tarihinde daha nice gemi vardır ki yıldızlarının parladığı o anlarda oynadıkları mühim roller şimdilerde unutulup gitmiş, isimleri bile hatırlanmaz olmuştur. Biz de bu sayımızda denizcilik tarihinin pek bilinmeyen ilginç hikâyelerini sizler için derledik.   

Alemdar Römorkörü

Milli mücadeleye katkı vermiş sayısız kahramandan biridir Alemdar Römorkörü.  Ankara Hükümeti’nin elinde herhangi bir deniz gücü yokken imdada yetişen bu gemi, Kurtuluş Savaşı sırasında kelimenin tam anlamıyla boyundan büyük işler becermişti. O günlerde Sovyetler Birliği’nden gelen silah yardımları Karadeniz limanlarına küçük takalarla taşınıyordu. 1921 yılında savaş şiddetlenmiş, cephane ihtiyacı iyice artmıştı. Bu nedenle de silahların daha büyük gemilerle taşınması gerektiği fikri hâsıl olmuştu. Ankara Hükümeti ise böyle bir gemiyi satın alacak maddi kaynaktan yoksundu. Akıllara son çare olarak işgal altındaki İstanbul’dan bir geminin kaçırılması fikri geldi. 

Plana göre Alemdar Römorkörü 25 Şubat 1921 gecesi önce Boğaz’a girecek oradan da Karadeniz’e açılacaktı. Deniz Yüzbaşı Adil Bey ve Kaptan İsmail Bey gemiyi işgal İstanbul’undan çıkartıp Mustafa Kemal Paşa’nın emrine vermeye gönüllü oldular. Plan ilk başlarda sorunsuz işledi. Alemdar gece karanlığından da yararlanarak yavaşça Boğaz’dan süzüldü. Kontrol noktasından geçmesineyse Türk yetkililer göz yumdu. Ama Alemdar’ın ortadan kaybolduğunun fark edilmesiyle bir Fransız hücumbotu Karadeniz’e açılıp “kaçağı” aramaya koyuldu. Fransız gemisinin teknik üstünlüğü nedeniyle Alemdar Römorkör’ünü yakalaması fazla uzun sürmedi. Alemdar, Karadeniz açıklarında toplarla donatılmış Fransız hücumbotuna esir düştü ve dümenini gerisin geri İstanbul’a çevirmek zorunda kaldı.

Ama Deniz Yüzbaşı Adil Bey ile Kaptan İsmail Bey’in son bir planı daha vardı. Alemdar’a çıkmış Fransız ve Senegalli askerler Ereğli önlerinde mürettebat tarafından etkisiz hale getirildi ve dümen tekrardan ters istikamete kırıldı. Fransız hücumbotu bu duruma hemen ateş ile karşılık verdi. Alemdar’ın yara almadan bu cendereden çıkması pek mümkün değildi. Ama tam o esnada beklenmedik bir olay gerçekleşti. Ereğli ahalisi olan biteni fark ederek Alemdar’ın yardımına koştu. Sahilden Fransız hücumbotuna doğru yoğun bir ateş başlamıştı. O kargaşadan yararlanan Alemdar kendini güvenli bir limana atmayı başardı. Ve Kurtuluş Savaşı boyunca Karadeniz’in karşı kıyısından tonlarca mühimmatı alıp Ankara Hükümeti’nin emrindeki bağımsızlık ordusuna ulaştırdı.

Savaştan sonra İstanbul Boğazı’nda hizmet veren Alemdar Römorkörü, İstanbul halkının minnettar bakışları eşliğinde epey bir süre daha seferlerine devam etti.  

 

Mesudiye Zırhlısı 

Kırım Savaşı münasebetiyle İstanbul’a gelen İngiliz ve Fransız savaş gemileri Boğaz sularında arzı endam etmişlerdi. İşte o günlerde anlaşılmıştı Osmanlı donanmasının teknolojik olarak geri kaldığı. Sultan Abdülaziz’in emriyle Osmanlı’nın ilk modern savaş gemisi olacak zırhlı, İngiltere’ye sipariş edildi. 1872 yılında kızağa oturtulan gemi 1874’te denize indirilip Osmanlı Devleti’ne teslim edildi. Dünyanın en modern savaş gemilerinden biri olan Mesudiye Zırhlısı böylece İstanbul önlerine geldi. Hem Osmanlı Devleti’ne hem de İstanbul halkına güven vermişti Mesudiye. Geminin ilk önemli görevi tarihin garip bir cilvesi olarak Sultan Abdülaziz’in hal ’edilmesi vakasıydı. Donanma Dolmabahçe Saray’ının önüne gelip, namlularını Abdülaziz’in saltanatına çevirdi. Böylece Abdülaziz tahtan indirilmiş 1.Meşrutiyet olarak bilinen tarihsel sürecinin önü açılmıştı. 

II. Abdülhamit döneminde ise donanmanın bu tehditvari tutumu hiç unutulmamış ve birçok gemi yıllar boyunca Haliç’te kaderine terk edilmişti. Mesudiye Zırhlısı zaman içinde teknolojinin hızla ilerlemesinin de etkisiyle eski gücünü yitirmiş, bakımsız bir gemi olup çıkmıştı. Ama 20.yüzyılın başında tekrar hatırlanmış, İtalya’ya yenilenmeye gönderilmişti. Motoru ve silah donanımı güçlendirilmiş bir halde geri dönen Mesudiye yaklaşan 1.Dünya Savaşı için artık hazır sayılırdı. Düşman saldırısının beklendiği o en kritik günlerde Mesudiye’nin görev yeri doğal olarak Çanakkale Boğazı olarak belirlenmişti. 

13 Aralık 1914 günü Çanakkale Boğazı sakin görünüyordu. Ve Mesudiye Zırhlısı’nın tüm mürettebatı her zaman olduğu gibi 12:00’da dağıtımı başlayacak öğlen yemeği için geminin alt kısmındaki yemekhaneye inmişti. Saat tam 11:58’i gösterdiğinde gemide büyük bir patlama oldu. Mesudiye bir düşman denizaltısı tarafından torpillenmişti. Geminin yemekhane bölümünde can pazarı yaşanıyordu. Mesudiye’nin sulara gömülmesi fazla uzun sürmedi. Ama gemi yüzeye çok yakın mesafedeydi. Hatta subay salonu kısmi olarak su üstünde kalmıştı. 

Yüzeyden demir çubuklarla geminin zırhına vurulduğunda içerden benzer sesler geliyordu. Bu durum bazı personelin hâlâ hayatta kaldığını gösteriyordu. Hemen İstanbul’dan güçlü kesici aletler istendi. Ama bu aletler 13 saat sonra ulaşabilmişti olay yerine. Çalışmalar sonucunda üç subay kurtarılmış, ama 35 denizcimiz için geç kalınmıştı… 

Tüm bu yaşananlara rağmen Mesudiye’nin öyküsü burada bitmedi. Geminin topları batıktan sökülüp Çanakkale Boğazı’ndaki savunma bataryalarına yerleştirildi. Mesudiye adı verilen bu bataryadan ateşlenen toplar, 18 Mart 1915 Deniz Zaferi’nin kazanılmasında oldukça önemli bir rol oynadı.       

Missouri Zırhlısı

1946 yılında Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün görevi başındayken hayatını kaybetti. ABD Başkanı Truman ise Türkiye Cumhuriyet’ine jest yapmak için cenazeyi ABD’nin ünlü gemisi Missouri Zırhlısı ile İstanbul’a gönderdi.  

İstanbul, Missouri’yi karşılamak için günler öncesinden hazırlanmaya başlamıştı. Dolmabahçe Camisi’ne “Welcome” mahyası asılmış, Kız Kulesi de bu karşılama için özel olarak hazırlanmıştı. Şehrin duvarlarına badana boya yapılmış, yollar temizlenmiş, bütün esnaf vitrinlerini ABD’li askerlerin ilgisini çekebilecek ürünlerle doldurmuştu. Sinema salonları misafir askerler için günler öncesinden ayrılmış, PTT Missouri için özel pul bastırmıştı. O günlerin gazeteleriyse okuyucularına şöyle öğüt veriyordu: “Eğer tramvaya binerken ABD’li konuklarımızla karşılaşırsanız onlara öncelik vermeyi unutmayın.”

5 Nisan 1946 günü halk Florya’dan Beşiktaş’a kadar tüm kıyı şeridini doldurup Missouri Zırhlısı’nı karşılamıştı. Geminin taşıdığı cenaze resmi törenler eşliğinde karaya nakledildi. Ve ABD askerlerinin dört gün sürecek İstanbul macerası da böylece başlamış oldu. Öğlenleri Kapalıçarşı’da akşamları da Beyoğlu’nda tam bir curcuna yaşanıyordu. İstanbul halkı da vapurlarla 5 kuruşa Missouri’ye taşınıp gemiyi dolaşmaya başlamıştı. 2. Dünya Savaşı’nı bitiren antlaşmanın imzalandığı ve bir Japon kamikazesinin çarptığı bu güverteye ayak basabilmek için İstanbullular kıyıda upuzun kuyruklar oluşturmuşlardı.     

Missouri Zırhlısı birkaç gün sonra yine şaşaalı bir şekilde İstanbul’dan ayrıldı. Peki, neydi bu olan biten? Dünya yeni bir savaşın eşiğindeydi. Soğuk Savaş olarak adlandırılacak bu süreç tam da Missouri Zırhlısı’nın İstanbul’a geldiği günlerde başlamaktaydı. Ve Türkiye Cumhuriyeti de yeni oluşan kamplaşmada hangi tarafın yanında olacağını seçmişti. Missouri Zırhlısının İstanbul ziyareti bunun ilk göstergesiydi. 

 

Ertuğrul Fırkateyni

Şimdilerde popüler filmlere de konu olan Ertuğrul faciası belki de yakın tarihimizin denizcilik alanında yaşanmış en acılı hadisesidir. Ertuğrul Gemisi’ni bizim Titanic’imiz olarak görmek sanırım yanlış olmaz. 1889 yılında Osmanlı Devleti ile Japonya arasında iyi niyet elçisi olarak seçilmişti Ertuğrul Fırkateyni ve Japon İmparatoru’na armağanlar sunmakla görevlendirilmişti. Ama Osmanlı Devleti için tarih boyunca deniz deyince anlaşılan, Akdeniz’di. Coğrafi konumları gereğince okyanuslar her zaman için bilinmez birer kıta olmuşlardı. Üstelik bu görev için Mesudiye Zırhlısı’nın değil de Ertuğrul Fırkateyni’nin seçilmesi denizciler arasında dedikodular çıkmasına neden olmuştu. Seyahatin en maliyetsiz şekilde gerçekleşmesini istemişti yetkililer. Yeri gelince yelken de açabilen Ertuğrul bu yolculuğu en ekonomik şekilde gerçekleştirecek gemiydi. Ama bakımsız geminin okyanus dalgalarıyla baş edip edemeyeceği tam bir muamma idi.  

1889 yılının 14 Temmuz günü Ertuğrul’un kaptanı Ali Bey (Cumhuriyetin Milli Eğitim Bakanı olacak Hasan Ali Yücel’in dedesi ve şair Can Yücel’in büyük dedesi) kıyıdakileri selamlayarak yelkenler fora dedi. Ama gemi daha Süveyş Kanalı’nı geçerken sorunlar baş göstermeye başladı. Dümen mekanizması kırılan Ertuğrul karaya oturmuştu! Kaptan Ali Bey o günlerde karısına yazdığı mektupta gemisi Ertuğrul’u şöyle tarif ediyordu: “Bizim gemi, ekmekçi sepeti gibi. Her tarafı gıcırdıyor…” 

Tamirden sonra Singapur’a ulaşan gemi burada kendisini Japonya’ya ulaştıracak haziran rüzgârlarını beklemeye koyuldu. Osmanlı gazeteleri ilk kez gerçekleştirilen böylesi bir yolculuğa övgüler düzüyorlardı. Geminin uğradığı her Müslüman ülkede coşkulu karşılama törenleri düzenlenmişti. Osmanlı Devleti Ertuğrul sayesinde kendini uzak limanlarda yaşayan halklara hatırlatabilmişti. Ertuğrul bata çıka da olsa 11 aylık yolcuğunun sonunda Tokyo Limanı’na ulaştı ve yanında getirdiği armağanları Japon imparatoruna sundu. Görev eksiksiz olarak yerine getirilmişti… 

Dönüş yolculuğunun hemen başında ise felakete neden olacak fırtına kendini hissettirmeye başladı. Aslında Japon yetkililer yolculuğa başlamak için mevsimin hiç de uygun olmadığını söyleyip durmuşlardı. Ama Ertuğrul, Payitaht ’tan gelen “dönün” emrini dinlemek zorundaydı. Kayalıklara çarpan Ertuğrul bir anda paramparça oldu. Karaya çıkmayı başaran birkaç denizci dil sorununa rağmen Japonlara başlarına gelenleri anlatmayı başardılar. Fırtınalı denizde arama çalışmalarına katılan Kaşino Köyü’nün halkı 69 Türk denizcisinin sağ olarak karaya çıkmasında önemli bir rol oynadı. Ama Kaptan Ali Bey ve 500’ün üzerinde denizciden bir daha haber alınamadı.  

 

Benzer Yazılar

TÜMÜ
back to top