single image
05-12-2016
Emre CANER

Kendi Geleneğini Yaratan Okulllarımız

“Eğitim şart” deyişi şimdilerde mizahi bir klişe olarak dilimize pelesenk olsa da gerçekten de çağdaş bir toplum olmanın ilk şartı eğitimden geçiyor. Bir okulun ekol yaratan bir eğitim kurumuna dönüşebilmesi için en azından asırlık bir geleneğin taşıyıcısı olması gerekmekte. Sayıları az da olsa ülkemizde de böylesine okulların olması elbette ki mutluluk verici. Bu okullardan bazılarının birbirlerinden ilginç kuruluş hikâyelerini sizler için derledik.  

Mektebi Sultani (Galatasaray Lisesi) 

1867 Paris Dünya Sergisi’nin açılışını birlikte yapmak üzere Fransız İmparatoru III. Napolyon, Osmanlı Sultanı Abdülaziz’i Paris’e davet eder. Aslında bu olacak iş değildir. Çünkü o zamana kadar hiçbir Osmanlı sultanı savaş dışında bir nedenden ötürü yabancı bir toprağa ayak basmamıştır. Dönemin batılılaşma yanlısı paşalarıysa bu davetin ülkenin geleceği için önemli bir fırsat doğurabileceğini fark ederler. Onlara göre Sultan Batı medeniyetinin ulaştığı seviyeyi kendi gözleriyle görürse, Osmanlı’nın modernleşme hamlesi hızlanacaktır. 

Abdülaziz’i ikna etmek kolay olmaz. Ama bu geziye taraftar olan paşalar emellerine ulaşırlar ve Sultanı Fransa’ya taşıyan gemi 21 Haziran 1867 günü Boğaziçi’nden yola koyulur. İstanbul halkı Florya sahiline kadar kıyılara akın edip Abdülaziz’i uğurlar. Türk heyetinin Marsilya’da karşılanması da benzer bir coşku içinde olur. Ama Abdülaziz’in içinde bulunduğu saltanat treninin 1 Temmuz 1867 günü Paris’e girdiği an en şaşalı olanıdır. İmparator III. Napolyon Osmanlı Sultanını karşılamaya bizzat gelmiş, kadın, erkek, çoluk çocuk tüm Parisliler bulvarlara, pencerelere hatta çatılara akın etmişlerdir. Bando marşlar çalar kalabalık “çok yaşa İmparator çok yaşa Sultan” diye bağırır. Paris’in zafer takları ise iki ülkenin bayraklarıyla donatılır. 

1867 Paris Dünya Sergisi’nin açılışı da gösterişli bir törenle yapılır. Dev yapılı Osmanlı Sultanı ile Fransız İmparator’u gösterileri beraberce izlerler. Türk heyeti bu sanayi sergisi boyunca batı medeniyetinin ulaştığı teknik düzeyi yakından görme fırsatı bulur. Ayrıca belediyelere, okullara ziyaretler düzenlenir. Gezi gerçekten de ufuk açıcı olur.

İstanbul’a dönüldüğünde ise hiç vakit kaybetmeden Avrupa’nın refah seviyesine ulaşmak için yapılması gerekenler tartışılmaya başlanır. Osmanlının geri kaldığı bir kez daha idrak edilmiştir. Bulunan en acil çözüm ülkedeki parlak gençleri iyi bir eğitimden geçirmektir. Bunun için de bir okul açılması kararlaştırılır. 

İşte bütün bu sürecin sonunda 1 Eylül 1868’de Mektebi Sultani bizzat Abdülaziz’in katılımıyla açılır. Böylece tamamıyla Osmanlı Devleti’nin kontrolünde olan ve batılı anlamda eğitim veren bir okula kavuşulur. Dersler dönemin tüm dünyada hâkim dili olan Fransızca verilecektir. Tevfik Fikret’in müdürlüğü döneminde okul sisteminde çeşitli yenilikler yapılır. Cihan Harbi’nde ise okul büyük yaralar alır. 1917 yılında Mektebi Sultani cephede savaşan ve şehit olan öğrencileri nedeniyle sadece beş mezun verebilir. 

Cumhuriyet ile birlikte Galatasaray Lisesi adını alan okul kurulduğu günden bugüne yaklaşık 150 yıldır yarattığı geleneği başarıyla sürdürmektedir. 

Sanayi-i Nefise (Mimar Sinan Üniversitesi)

1860’lı yıllarda Paris’te hukuk eğitimi almak için bulunan Osman Hamdi Bey’in gönlünde başka bir aslan yatmaktadır. Resim eğitimi almak hayali ile yanıp tutuşan bu genç adam Ecole des Beaux Art’ın (Güzel Sanatlar Okulu) kapısından içeri ilk kez girdiğinde oldukça heyecanlıdır. Ve o günden itibaren vaktinin çoğunu hukuk fakültesinde değil de resim derslerinde geçirmeye başlar. 

Osman Hamdi’nin öğrencisi olduğu yıllarda Ecole des Beaux Art dünyanın en saygın sanat eğitimi veren kurumu olarak kabul ediliyordu. Dünyanın dört bir tarafından öğrencileri bulunan Paris Güzel Sanatlar Okulu’nda Gustave Boulanger, Jean Leon Gerome gibi meşhur ressamlar bizzat ders veriyorlardı. Kendini böylesi bir ortamda bulan Osman Hamdi ise atölye atölye dolaşıp resim tarzını keşfetmeye çalışır. 

O yılların İstanbul’unda ise resim veya heykel eğitimi almak isteyen bir gencin başvuracağı bir tek okul bile yoktur. Sadece İstanbul’da yaşayan bazı yabancı ressamlar kendi evlerinde özel dersler veririler. Osman Hamdi Bey’in İstanbul’a dönmesinden bir müddet sonra güzel sanatlar eğitimi verecek bir okulun açılması gerektiği fikri belirmeye başlar. Bu öncü görevi elbette ki Paris Güzel Sanatlar Okulu’nu yakından bilen Osman Hamdi Bey üstlenecektir. Sanayi-i Nefise adıyla açılacak güzel sanatlar okulunun kurucu müdürü Osman Hamdi Bey olur.

Ama ortada ne eğitimin verileceği bina mevcuttur ne öğretmenler ne de öğrenciler bulanabilmiştir. Osman Hamdi Bey her şeye sıfırdan başlar. 1883 yılında Arkeoloji Müzesi’nin hemen yanında açılan Sanayi-i Nefise Osmanlı’daki sanat eğitimini de başlatmış olur. İlk gününde 8 öğretmen ve 20 öğrenci ile yola koyulan okuldan beklenen tarihi misyon, çeşitli önyargılar nedeniyle resim ve heykel sanatına çekimser yaklaşmış bir toplumdaki estetik açığını kapatmasıdır. 

Cumhuriyetten sonra Güzel Sanatlar Akademisi adını alan okul, son dönemde de Mimar Sinan Üniversitesi’ne dönüşmüştür ve kurucusu olan Osman Hamdi Bey’in ilk günden beri amaçladığı sanatçılar yetiştirmek şiarını 134 yıldır başarıyla yerine getirmektedir. İbrahim Çallı’dan Bedri Rahmi Eyüboğlu’na Nuri Bilge Ceylan’dan Okan Bayülgen’e kadar çok sayıda sanatçı yetiştirerek kuruluş misyonunu hakkıyla gerçekleştirmiştir. 

İstanbul Sultanisi

100 yılı aşkın bir geleneği kurumsal yapısında başarı ile taşıyan bir diğer eğitim kurumu ise İstanbul Sultanisi’dir. Numune-i Terakki ismi ile faaliyete geçen okul ilk yıllarında sık sık mekân değiştirmek zorunda kalır. Birinci Dünya Savaşı sırasında dönemin şartları gereği Alman ekolünün etkisi altına girer. Almanca derslerini Alman hocalar verir İstanbul Sultanisi’nde. Mezunlarının ilk tercihi ise Almanya’da mühendislik eğitimi almaktır. Okul savaş yıllarında Saint Benoit’nın Karaköy’deki binasına taşınır. Cepheden gelen yaralıların tedavi edildiği bir hastane de açılır duvarları sarıya boyanmış okulun bünyesinde. 

Çanakkale Savaşları denince İstanbul Sultanisi’ne ayrı bir parantez açmamız gerekir. 2.Tümendeki Sultani öğrencilerinin hemen hemen hepsi mayıs ayındaki Kanlısırt taarruzunda şehit düşer. Onlardan geriye sarı renkteki kurdelelerle yazdıkları vatan sağ olsun yazısı kalır. Okuldaki liselilerse cepheden gelen bu haber üzerine duvarları matemin rengi olan sarıya boyarlar. Böylece okulun resmi rengi sarı siyah olur. Savaş yıllarında okul şehitler nedeniyle mezun veremez duruma düşer. 

İşgal yıllarında okul yeniden taşınmak zorunda kalır. Yıllardan beri süregiden bu göçebe hayat 1933 yılında son bulur. Atatürk’ün emri ile İstanbul Lisesi’ne bir zamanlar Osmanlı borçlarının tahsili için kurulmuş Düyun-i Umimiye’nin Cağaloğlu’ndaki muhteşem binası tahsis edilir. Cumhuriyetten sonra feshedilen bu kurumun binasının bir okula verilmesi elbette ki simgesel olarak da önemlidir. Ve İstanbul Lisesi o tarihten bu yana aynı mekânda eğitimini sürdürmektedir.     

Notre Dame de Sion Kız Lisesi

27 Kasım 1856 gibi oldukça eski bir kuruluş tarihi vardır Notre Dame de Sion’un. İstanbul’a bu misyonla gelen 11 rahibenin öncülüğünde açılır okul. Osmanlı Devleti’nde resmi olarak faaliyete geçen ilk kız lisesidir. Sırf bu özelliğiyle bile Notre Dame de Sion’un eğitim alanında devrimci bir hamleye imza attığı rahatlıkla söylenebilir. 

1863 yılıysa okulun tarihçesinde ilk Müslüman kız öğrencilerin kabul edilmesiyle dikkat çeker. Devletin ileri gelenleri kız çocuklarını Notre Dame de Sion’a yollayarak bu işe ön ayak olurlar. Sultanın da okul hakkındaki fikri müspettir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Osmanlı ve Fransa arasındaki iyi ilişkiler sonlanır ve bu nedenle okul kapatılır. Okul binası hastane olarak hizmet verir. Mütareke döneminde yeniden açılan Notre Dame de Sion eğitim yolculuğuna kaldığı yerden devam eder.

Cumhuriyet ile birlikte Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanan okul, sahip olduğu geleneksel anlayışla genç Cumhuriyet’in idealleri arasında bir senteze gider.  Tevhidi Tedrisat kanunu ile birlikte tamamen laikleşen Notre Dame de Sion’a Atatürk de kayıtsız kalamaz ve üç manevi kızının da burada okumasını sağlar. 

İçinde bulunduğumuz günlerde 160. yaşını kutlayan Notre Dame de Sion savaşlar, yangınlar, siyasi çalkantılar atlatıp önünden geçenleri sessizce selamlayan Pangaltı’daki binasında hâlâ devam etmektedir.

Benzer Yazılar

TÜMÜ
back to top